Eğitim bir yazılım meselesi midir?
Pandeminin getirdiği zorunluluklarla birlikte okulda, yüzyüze yapılan eğitimin yerini alan online eğitim, yetkililerin karşılaştığı her zorlukta başvurduğu bir alternatif halini aldı. Covid 19 aşısının olmaması, ardından virüsün yeni varyantlarının ortaya çıkması gibi nedenler online eğitim için çeşitli gerekçeleri oluştururken, şimdilerde on bir ili kapsayarak yaşanan büyük deprem felaketinin ardından Kredi Yurtlar Kurumu (KYK) yurtlarının depremzedelere tahsis edilmesi; pandemi sırasında hemen hemen iki yılını evde geçiren, 12’inci sınıfta ders işlemek yerine, deneme sınavı yapmayı bir “fayda” olarak değerlendiren “okul yönetici” lerinin inisiyatifsizliğinin gölgesinde üniversite sınavına hazırlanan, şimdiki üniversite birinci sınıf öğrencilerinin, yüzbinlerce üyeli bir açık öğretim fakültesi öğrencisi durumuna düşmelerine sebep oldu.
Aslında, eğitim süreçlerine yansımış haliyle, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki gerekli olan altyapı ve pratiğinin kötü oluşuydu asıl konu, bu az gelişmişliğin üzerini örtmeye çalışan yetkililerce yürütülen, neredeyse “Siz biraz bekleyin” olarak ifade edebileceğimiz adlı, deyim yerindeyse “sosyal deney” ise asıl sorundu. Aynı zamanda bir iletişimci olarak ifade edeceğim üzere, Amerikan kitle iletişim sisteminin neredeyse birebir kopyası gibi işleyen İstanbul medyası ve kablolu tv’de yer alan çeşitli “komedi programları”nda resmedilenin (Beynin, fotoğrafik bir görüntüyü gerçek görüntüden ayıramaması prensibi üzerinden- NLP) aksine, Türkiye’nin dört bir yanındaki öğrenciler, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki az gelişmişliği gündem dışında tutmak isteyen yetkililerin birer kurbanı oldular.
Çeşitli sosyal medya platformları, öğretmeninden uzakta kalan öğrencinin çeşitli “bilgi kaynakları”yla dolarken, bu zaman diliminde, söz konusu öznelerin bu sayede yaptığı ”kariyer”ler kendilerinin özgeçmiş hanelerine “fayda”, öğrencilerin özgeçmiş hanelerine ise bırakın kariyeri, başlı başına birer “zarar” olarak yansıyan, boşa geçen bir zaman dilimi haline dönüştü. Yazılım sektörü, yeni şartlara uyum sağlamakta hiç gecikmezken, yazılım mühendisliği öğrencilerinin kariyer hayalleri, neredeyse birer açık öğretim fakültesi öğrencisiymiş gibi yaşadıkları ve verimliliği oldukça tartışılır olan evden katılımlı derslerle sınırlı oldu.
Yazılımın, eğitimin sadece metod bölümündeki araç ve gereçler kısmında yer alan bir unsur olduğunu gözardı eden yetkililerin, yüzbinlerce öğrenciyi bir kobay gibi kullanmadığını kim iddia edebilir? Bilgi toplumunun asıl üreticileri olarak, eğitim almalarının ardından, çalışma hayatına atılarak gelecekte bir söz sahibi olacak bu gençlerin zihinlerini heba etmeye, kimin hakkı var? Şimdilerde, çiçek açmış bir ağacın ardına sığınarak, sözüm ona verdiği “söz”ü anımsatma gibi garip bir modelleme ve öncesinde çokça şahit olduğumuz çeşitli algı yönetimi süreçleri bir yana, zorunlu eğitimin, sayı sayma, şarkı-şiir öğrenme, çevresindeki dünya hakkında sorular sorma gibi alanlarda dil ve bilişsel yeteneklerinin geliştiği üç yaşından itibaren başlaması, bu milletin asıl konusu değil midir?