• BIST 10032.27
  • Altın 2439.282
  • Dolar 32.4246
  • Euro 34.6533
  • Manisa 24 °C
  • İzmir 25 °C
  • Bayan Eleman Aranıyor
  • Akhisar Enza Home Sevkiyat Personeli Aranıyor
  • Halikarnass Restaurant’ta Cuma ve Cumartesi canlı müzik keyfi
  • Ön Muhasebe Personeli Aranıyor
  • Karabulut Şirketler Grubundan Duyurulur
  • Köfteci Ramiz İçin Denetim Elemanı Aranıyor
  • 5 Mayıs’ta Yenileme Eğitim Dönemi Başlıyor
  • Bay ve Bayan Beden İşçileri Aranıyor
  • Kurbanlık büyükbaş hayvan satışları başladı
  • Hıdır Besi Çiftliğinde Kurbanlık Dana ve Düve Satışlarımız Başlamıştır
  • Pusula Kurs İngilizce Hazırlık Kursu başlıyor
  • Muhasebe Personelleri Aranıyor
  • Çalışma Arkadaşları Arıyoruz
  • Anadolu Gençlik Derneği Siyer-i Nebi Yarışması
  • İkinci el saç ve sandaviç panel bulunur

Türkiye, çok kutuplu uluslar arası ilişkiler sisteminin neresinde?

İdil Tütüncü Aydar

Türkiye, çok kutuplu uluslar arası ilişkiler sisteminin neresinde?

Türk Dış Politikası-1

Kuzeydeki Ukrayna-Rusya savaşı, doğudaki İran’dan Türkiye’ye yapılan yasa dışı geçişler ve Abd tarafından sözde tanınan, sözde Ermeni soykırımının Ermenistan’la olumsuz bir gelecek projeksiyonu çizmesinin Azerbaycan üzerinde yarattığı baskı, güneydoğudaki Irak’ın kuzeyinden ve güneydeki Suriye’nin kuzey doğusundan gelen terör saldırıları, batıdaki Yunanistan tarafından işgal edilip silahlandırılan adalarımız ve yaklaşık olarak üç milyon Suriyeli mültecinin birer seçmen olarak oy kullanması gerçekleriyle birlikte, 14 Mayıs 2023 yapılan seçimlerinin ardından, hükümet bir çehre değişikliğine giderken, yürütülmeye başlanan birçok yeni icraat günlük hayatımızın bir parçası olmaya başladı. Bu sürecin uluslar arası ilişkiler ayağında da yapılan ziyaret ve telefon trafiğine hep birlikte şahit oluyoruz.

Yukarıda ifade edilen şartlar, normal şartlar altında büyük bir jeo-stratejik öneme sahip olan Türkiye’nin rolünün, Abd - Rusya arasındaki Avrasya ara bölgesinde, 50’li yıllardan itibaren, Başbakan Adnan Menderes tarafından izlenerek bugünlere gelen Abd yanlısı dış politikayla, nasıl da dezavantajlı bir konuma döndüğünün halihazırdaki sonuç göstergeleridir. Mustafa Kemal Atatürk’ün, Türkiye’nin bölgesel güvenliğine ek olarak karşılıklı işbirliğini arttırma amacıyla, öncülük ederek kurduğu Balkan ve Sadabat Paktlarıyla henüz başlangıç adımları atılan, askeri güvenliğin diplomasiyle siyasete evrilmiş halinin genel karakteri, 50’li yıllarla birlikle bozulmuş ve Türkiye, yavaş yavaş önemini kaybetmek bir yana, gün geçtikçe sayıları daha da artarak geleneksel demografimizi çoktan tehdit etmiş bir hal alan, bir mülteci Suriyeli ve Afgan ülkesi haline gelmiştir. 1974 yılında düzenlenen Kıbrıs Barış Harekatı’nın ardından Abd tarafından konulan silah ambargosu, bir başka yazının konusuyken, uzunca bir süre Abd tarafından bir müttefik olarak tanımlanan Türkiye’nin, aynı Abd tarafından yürütülen oldukça kararlı bir devlet politikasının sonucunda, Türk dış politikasını esir aldığı dile getirilebilir.

Tahıl anlaşmasından silah sevkiyatına, hangi Ukrayna?

Ukraynalılar’ın seçtiği bir komedyen ve aktör olan Vilodimir Zelensyky’nin, seçimlerin sonrasında, ülkesini nasıl bir savaş ülkesi haline getirdiği, halihazırda Ukrayna’da, ülkemizde daha çok Antalya civarında, Avrupa ve Abd gibi dünyanın değişik yerlerine dağılmış olan olan Ukraynalılar’ın bir problemi iken, Türkiye’nin arabuluculuğunda Rusya ile yürüttüğü tahıl anlaşmasının sonuçları, elbette arabulucu olan Türkiye’yi ilgilendirir. Yarattığı demografik, siyasal, ekonomik etkileri itibariyle, kendi sınırlarının ötesine taşan bu savaşın, Abd tarafından verileceği açıklanan misket bombalarıyla daha da körüklenmesi, Türkiye sayesinde yapılan bu anlaşma aracılığıyla elde edilen her türlü kazanımın nereye gittiğini sorgulamayı da bizlere bir sorumluluk olarak yüklüyor. Silah üreticisi şirketlerin yaptığı yıllık ciro hesapları, savunma sanayimizin geldiği yerden öte, bu savaşta Türkiye’nin sahip olduğu kilit rolün, dengesi bozulmuş bir hale evrildiğinin açık bir göstergesidir. Lehte ya da aleyhte atılan ya da atılacak olan adımların, yaşanan sivil kayıpların, filler kavga ederken ezilen çimenler misali, silah üreticilerinin cirolarından daha az  önemli bir hale gelerek, ancak çeşitli insan hakları kuruluşlarının sosyal medya hesaplarında yaptığı açıklamalardan ibaret kalacağını düşünmek, hüzün ve öfkeden ziyade, daha da kararlı bir tarafsız tutumun sergilenmesi gereğini gözler önüne seriyor.

Ukrayna- Rusya savaşı sebebiyle, koruyucu bir askeri çatı kuruluş olarak gündemde daha çok yer eden Nato’nun eski bir üyesi olan Türkiye’nin, ülke üye eden bir ara mekanizma olarak, şimdilerde birçok Avrupa ülkesi tarafından değerlendirilmesi, soğuk savaşın Bilgi Çağı’na çoktan yenildiğinin farkında olmayan, omzu bol apoletli çeşitli ülke askeri erkanının emir-komuta zinciri kapsamında aldığı direktiflerden ziyade, üye ülke milleti olarak bizi ilgilendirir.

Selanik’in dili olsa, sararmış fotoğraflar hapsolan anıları konuşsa

Abd endeksli dış politikanın bir başka sonucu, girişte ifade edildiği üzere, genel olarak Yunanistan ve özelinde adalarımızın silahlandırılması, sıradanlığın ötesindeki bağlarla yad ettiğimiz, anlamı kendinden çok, çok öte bir içerik barındıran Ege’nin karşı yakasının, açık bir tehdit haline gelmesidir. Son 20 yılın belki de en büyük götürülerinden biri, Avrupa’nın bir başka ara bölgesi olan Yunanistan’ın, bu siyasetle kabına sığdırılması yani sıkıştırılmasıdır.

Avrasya’nın Ortadoğu’ya açılan kapısı: Türkiye

Komşularımız Suriye ve Irak’ı genel olarak değerlendirdiğimizde, yine Abd’nin etkisi ve önceki hükümetin dışişleri bakanının bir özne olarak katkısından bahsetmek yerinde olacaktır. Ne yazık ki sürekli bir seçim atmosferinde tutulan Türkiye’de, dış politikanın iç politikaya alet edilmesinin, demografimizi, laik cumhuriyet sistemimizi ve ekonomimizi yerle bir eden, Suriye’deki kökten dinci ve silahlı oluşumların mülteci adı altında ülkemizde ciddi bir varlık göstermesiyle sonuçlandığını belirtelim. Haliyle, normal şartlar altında farklı fikirler üretebilecekken, Abd’nin etkisiyle yine bunların yok olduğunu günlük hayatımızda hepimiz yaşayarak görüyoruz. Genel olarak Abd ve özelinde Abd Dışişleri Bakanlığı tarafından ve son günlerde sürekli Türkiye’ye ilişkin, ‘Sanki Türkiye’de bir seçime girip kazanmış ve Türk milleti tarafından kendilerine Türk dış politikasına yön verme yetkisi verilmiş türünden yaptığı günlük açıklamalar, aldığı seçim sonucunun ardından millet tarafından verilen geçici yetkiyi Abd yetkilileriyle ortaklaşa kullanmaya alışkanlığına sahip bir siyasi geleneğin, parametreleri milletinkilerden farklı işleyen bir sürecin gelecekte de devam edeceğini bizlere gösteriyor. Yani milletin değil ama siyasilerin Abd’ye bağımlılığı tam gaz devam ediyor. Bu bağımlılık sürecinin, parası ödendiği halde, ticari etiğe aykırı olarak Türkiye’ye teslim edilmeyip Abd’nin ordu envanterine katılan F- 35 savaş uçaklarını da kapsayıp kapsamadığını millet adına sormak yine bize kalıyor.

İran’la yeni bir sınır güvenliği anlaşması derhal imzalanmalı

Abd’nin Afganistan’dan çekilmesinin ardından, silahlı eğitim almış mülteci Afganlılar’ın, doğudaki İran’dan Türkiye’ye doğru koşar adımlarla gelişini, en eski sınıra sahip olduğumuz komşumuz İran’la görüşerek engellemek yerine, Abd-Türkiye telefon hattını her nedense sürekli açık tutmanın telefon satışlarına olan etkisini, ilgili marka üretici firmaların basın bültenlerinden takip etmek mümkündür. Ancak AB eksenli diplomasinin Abd eksenli diplomasi anlamına geldiğini ve şu anda Ukrayna’da yaşanan savaşın Avrupa’nın Asya ile birleştiği hatta Abd tarafından hediye edildiğini göz önünde bulundurarak komşumuz İran’la, uzun vadeli ve karşılıklı güvene dayalı iyi ilişkileri içeren bir gelecek projeksiyonu çizmek, milletimizin çıkarına olacaktır.

Komşumuz Irak’a geldiğimizde, ne yazık ki Irak’ı terörle birarada değerlendirme gereği ortaya çıkıyor. Abd eksenli diplomasinin Irak’ta da ön planda olduğunu ise hepimiz biliyoruz. Türkiye sınırının iç haznesini terörden arındırmak Irak’ın bir iç meselesiyken, bizi ilgilendiren kısmıyla ilgili Irak’ın bağımsız ve bütünsel uzun vadeli karar ve tedbirler alarak alıp devletiyle bu konunun adının anılmasını engellemesini ancak umut edebiliyorum.

Suriye’ye geldiğimizde de yine başını Abd’nin çektiği ve içinde Türkiye’nin de bulunduğu kalabalık bir ittifakla bugünlere gelen bir komşumuz bulunduğunun hepimiz fazlasıyla farkındayız. Abd’nin uzaktan güdümlü çeşitli araçlarla yarattığı çeşitli olaylarla ancak gündemimizde yer tutmasına karşın, Suriye’de gayet normal bir günlük hayat yaşandığını da biliyoruz. Bu durum mülteci Suriyeliler’in ülkemizdeki varlığını anlamsız hale getirirken, aynı zamanda Arap Birliği’ne davet edilen Suriye’nin normalleşmesine katkıda bulunmak üzere önce resmi ilişkilerin başlatılıp ardından da mülteci Suriyeliler’in ülkelerine geri gönderilmelerini gerektiriyor.

Balkanlar, Macaristan, Türk cumhuriyetleri, Azerbaycan ve Çin

Avrupa’nın güneydoğu kısmında bulunan komşularımız Bulgaristan ve Yunanistan, Ukrayna savaşıyla birlikte farklı bir anlam kazandı. Bir hat olarak değerlendirirsek, kuzeyde Norveç’ten başlayıp, Finlandiya, Letonya, Belarus, Ukrayna ve Karadeniz üzerinden, Türkiye, Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan kümesiyle birlikte, yine Türkiye’nin güneyinden Suriye, Irak ve İran biçiminde devam eden bir hat var. Bu kuzey-güney hattı, İran’dan sonra doğuya Suriye’den sonra batıya olmak üzere ikiye ayrılıyor. Çatışmalı alanlara baktığımızda bu kuzey-güney ve devamındaki alanların bu açıdan oldukça yoğun olduğunu gözlemliyoruz. Milletimiz için öncelikli olarak önemli olan sınır komşularımızla yapılacak ve bütünsel bir nitelik taşıyan sınır güvenlik anlaşmalarıyken, Avrasya’dan çatışmalı alanlardan bertaraf edilmesi için, bölge ülkeleriyle iyi ilişkiler geliştirmesi elzemdir.

Rusya’nın yansıra bir başka küresel güç olan Çin Halk Cumhuriyeti’ndeki Uygur Özerk Bölgesi’nde yaşanan sorunların, Çin ile karşılıklı güven temelinde yürütülecek diplomatik görüşmelerle, bütünsel bir nitelik taşıyacak şekilde ve kalıcı olarak çözülmesi, Uygur Türkleri’nin Çin tarafından bir tehdit unsuru olarak değerlendirilmesinden ziyade, Çin’in ilerlemesine katkı sunar bir aşamaya ulaşmalarının sağlanabilmesi, yukarıda ifade edilen hattın Rusya’nın güneyindeki Türk cumhuriyetlerini de kapsayacak şekilde genişletilerek bir işbirliği hattı ve alanına dönüşmesi, kuşkusuz ki sadece Avrasya değil aynı zamanda Asya’nın kuzeyinde yer alan müttefikimiz Rusya’nın da dahil olacağı daha geniş bir bir işbirliği bölgesine evrilmesi, bir ütopya değil, milletlerinin yönetme yetkisini devralan sorumlu siyasilerin diplomasi alanında yürüteceği kararlı tutumlarına bağlıdır.

 

Bu yazı toplam 1588 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 2
    Yazarın Diğer Yazıları
    REKLAM ALANI
    • Amerikan Kültür Dil Kursu
    • Amerikan Kültür Dil Kursu
    • Kuzey Ege Kurs
    • Kuzey Ege Kurs
    1/20
    Başlangıç Tarihi
    Başlangıç Tarihi
    Tüm Hakları Saklıdır © 2003 Akhisar Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.