• BIST 8876.22
  • Altın 2877.277
  • Dolar 34.2018
  • Euro 37.5403
  • Manisa 25 °C
  • İzmir 24 °C
  • Erkek Şoför Aranıyor
  • Emekli Gece Bekçisi Aranıyor
  • Ön Saha (Pompacı) Aranıyor
  • İngilizce Konuşma Kulübü Dersleri 12 Ekimde Başlıyor
  • Gençlerimizin ‘Günaydın Çorbası’ Bizden!
  • Hızlı Okuma ve Anlama Kursu Deniz Kurs Merkezinde
  • Muhasebe Departmanı Aranıyor
  • Bay Eleman Aranıyor
  • Bay Bayan Vasıfsız İşçi Aranıyor
  • Bayan Eleman Aranıyor
  • İkinci el saç ve sandaviç panel bulunur

Güven

Halil Erdost

Güven

                Korku, çekinme ve kuşku duymadan inanmak, bağlanmak ve bir şeyden umulan, beklenen niteliğe inanıp ona göre davranmak demek olan güven, sosyal bir varlık olan insanın, diğer insanlarla ve içinde yaşadığı sosyal çevrenin kurumlarıyla kuracağı ilişkilerin temelini oluşturur.

                Bu temel ne kadar sağlam olursa insan kendisini o kadar güven içinde görür; haklarının elinden alınmayacağını, koyduğu emeğin karşılığını alacağını, kandırılmayacağını, haksızlığa uğramayacağını, arkasında kimse olmasa bile bilgisiyle, becerisiyle, iş yapabilme yeteneğiyle (liyakat) hak ettiği yerlere gelebileceğine inanır ve kendisine duyduğu özgüvenle mutlu olur. Güven ortamının oluşturulduğu toplumların bireyleri hiçbir kaygıya düşmeksizin, geleceklerini ülkelerinin geleceği ile örtüştürerek planlarlar. Geleceğe dair hayallerini, umutlarını, ülkelerinde gerçekleştirebileceklerine inanırlar.

                Günümüz Türkiye’sine baktığımızda güven temelinin her gecen gün biraz daha fazla sarsıldığını görüyor ve yaşıyoruz. Kişiler arasındaki ilişkilerde olduğu gibi kişilerle kurumlar, kurumlarla kurumlar arasındaki ilişkilerde de güven esası bozulmakta, duyulan güven azalmaktadır. “Sözüm senettir” deyip gerçekten sözünü yerine getiren insanlardan çok “söz uçar yazı kalır, aramızda sözleşme yapalım, borcuma karşılık senet vereyim, çek vereyim” deyip sözleşme koşullarına bile uymayan, senedinin-çekinin karşılığını getirmeyen insanların çoğunlukta olduğu bir toplum haline geliyoruz. Verilen sözlerin yerine getirilmemesi, insanı insan yapan değer yargılarının aşınması, “gemisini kurtaran kaptan” bireyselliğinin ön plana çıkması, dinimizce Allah’ın bile affetme yetkisinin dışına çıkarılan ve ancak hakkı yenenin bağışlayabileceği kul hakkının yenilmemesinin yerine “haram- helal ver Allah’ım, senin kulun yer Allah’ım” deyişinin yerleşmesi güven ortamının bozulmasına ve insanın kalabalıklar içinde yapayalnız kalmasına sebep olmuştur.  Sosyal varlık olan insanın yalnız kalması mutsuzluğu tetiklemektedir. Yasaların, kuralların, kişilerin inançlarına, siyasal düşüncelerine, varsıllık durumlarına göre değil, insan olma ortak paydası göz önünde bulundurularak uygulandığı gelişmiş demokrasilerle yönetilen ülkelerin ön sıralarda yer aldığı dünya mutluluk sıralamasında ülkemiz maalesef son sıralarda yer almaktadır. Ülkemiz insanlarının kişilere ve kurumlara güvensizliği ve dolayısıyla mutsuzluğu yaşadıkları, gördükleri ve duyduklarıyla her geçen gün artmaktadır.

                Bütün renkleri kirlenme yarışına sokmuşlar, birinciliği beyaz almış. 07 Kasım 2021 tarihli Mustafa Balbay’ın “Ankara Rüzgârı” programına katılan Mak Danışmanlık Yönetim Kurulu başkanı Mehmet Ali Kulat rahmetli Turgut Özal zamanında Amerikalı bir danışmanlık firmasına yaptırılan bir anketten söz ediyor. Ankette tek bir soru soruluyor. Soru şu: Akşam evinizde otururken gelen önemli bir haber üzerine, çocuğunuzu bir komşunuza bırakmak zorunda kalsanız aşağıda meslekleri verilen komşularınızdan hangisine bırakırsınız? Verilen 10 seçenek içinde (doktor, polis, öğretmen, asker, esnaf gibi) din adamları da vardır. Ankete katılanların, %56 ile en çok din adamlarına güvendiği ortaya çıkmıştır. Aynı soruyu, Mehmet Ali Kulat 2019 yılında uyguladığı bir anketinde, seçeneklerin içine iki yeni meslek ekleyerek yani seçenek sayısını 12’ye çıkararak soruyor. Sonuç din adamları ilk 10 içine giremiyor. En çok bozulmaması gerekenlerin en çok bozulduğu bir toplumda yaşıyoruz. Maalesef.

                1970’li yıllarda kurumlar arası güven sıralamasında en ön sıralarda yer alan ÖSYM’ye duyulan güven, günümüzde acaba nerelerdedir?

                Yargıya güvenimiz nedir?

                İşsizlik oranının %30 civarı olduğu ülkemizde İŞ-KUR’a ne kadar güveniyoruz?

                Halkımız bizi yöneten siyasetçilere ne kadar güveniyor?

                İşçi işverenine, işveren işçisine ne kadar güveniyor?

                Öğrenciler, öğrendikleri bilgiler doğrultusunda kazandıkları edinimleri ile ilgili iş alanlarında iş bulabileceklerine ve emeklerinin karşılığını alabileceklerine ne kadar inanıyor ve güveniyorlar?

                Bu ve buna benzer soruların cevapları maalesef umut değil umutsuzluk, iyimserlik değil karamsarlık yaratıyor. Bu durum özellikle gençlerin geleceklerini gelişmiş batı ülkelerinde aramalarına sebep oluyor. Pek çok öğrencim üniversite eğitimini ülkemizde aldıktan sonra çalışmak için yurt dışını tercih ediyor aile ve vatan hasretine rağmen yurt dışında çalışıyor. Son zamanlarda başta doktorlar olmak üzere bilgisayar mühendisleri, makine mühendisleri yurt dışında bir ülkede çalışabilmek için yabancı dil kurslarına devam ediyor. Fırsatını yakaladıklarında da hemen gidiyorlar. Yetişmiş genç işgücü, bir ülke ekonomisinin en önemli dayanaklarından biri olan beşeri sermayesini oluşturur. Ülkeler üretim alanlarını (tarım, sanayi, iletişim, ulaşım) kaybedebilirler, ama 2. Dünya Savaşı sonrasındaki Almanya ve Japonya örneklerinde olduğu gibi yetişmiş iş güçlerini yani beşeri sermayelerini kaybetmemişlerse kısa zamanda her türlü olumsuzluğu yenerek tarımda, sanayide, iletişimde, ulaşımda eski seviyelerine ulaşır ve hatta oluşturdukları yeni teknolojilerle dünya ekonomisinde ön sıralara yükselirler.

                Türkiye’miz Cumhuriyet öncesinde Balkan Savaşlarında (1912), 1914-1918 yılları arasında yaşanan 1. Dünya Savaşı (özellikle 1915 Çanakkale Savaşları) ve Milli Mücadele (1919-1922) döneminde çok sayıda yetişmiş gencimizi vatan ve bağımsızlık uğruna şehit vermiş olmasına rağmen Cumhuriyetle (1923) birlikte eğitim-öğretim alanında yapılan yatırım ve uygulamalarla eğitimli iş gücümüzü yani beşeri sermayemizi arttırma yolunda önemli merhaleleri aşarak bugünümüze gelmiştir. Üretim ekonomimizin vazgeçilmezi olması gereken bu beşeri sermayemiz hiçbir şekilde heba edilmemeli, başka ülkelere kaptırılmamalı, ülkemizin geleceğine duyulan güven arttırıcı önlemler derhal alınarak uygulamaya koyulmalıdır. Bunun için de önce bizi yönetenlerin kutuplaştırıcı, ötekileştirici, kırıcı dilleri bırakıp, ülke gençlerinin inanç, siyasal görüş ve düşüncelerini bir tarafa bırakarak, onlara ülkenin geleceği adına düşüncelerini söyleyip uygulayabilme fırsatları verilmelidir. 

Bu yazı toplam 1608 defa okunmuştur.
Yazarın Diğer Yazıları
REKLAM ALANI
  • Amerikan Kültür Dil Kursu
  • Amerikan Kültür Dil Kursu
  • Kuzey Ege Kurs
  • Kuzey Ege Kurs
1/20
Başlangıç Tarihi
Başlangıç Tarihi
Tüm Hakları Saklıdır © 2003 Akhisar Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.