• BIST 9915.62
  • Altın 2440.177
  • Dolar 32.4575
  • Euro 34.7559
  • Manisa 14 °C
  • İzmir 16 °C
  • Bayan Eleman Aranıyor
  • Akhisar Enza Home Sevkiyat Personeli Aranıyor
  • Halikarnass Restaurant’ta Cuma ve Cumartesi canlı müzik keyfi
  • Ön Muhasebe Personeli Aranıyor
  • Karabulut Şirketler Grubundan Duyurulur
  • Köfteci Ramiz İçin Denetim Elemanı Aranıyor
  • 5 Mayıs’ta Yenileme Eğitim Dönemi Başlıyor
  • Bay ve Bayan Beden İşçileri Aranıyor
  • Kurbanlık büyükbaş hayvan satışları başladı
  • Hıdır Besi Çiftliğinde Kurbanlık Dana ve Düve Satışlarımız Başlamıştır
  • Pusula Kurs İngilizce Hazırlık Kursu başlıyor
  • Muhasebe Personelleri Aranıyor
  • Çalışma Arkadaşları Arıyoruz
  • Anadolu Gençlik Derneği Siyer-i Nebi Yarışması
  • İkinci el saç ve sandaviç panel bulunur

NE DERSİNİZ?

Halil Erdost

                                                                       NE DERSİNİZ?

Bin dokuz yüz altmış yedi bin dokuz yüz yetmiş yedi yılları arası benim hayatımın özellikle bir arayış; sorgulayış ve kendini bulma yıllarıdır. Bir yandan Necip Fazıl’ın ‘’ Son Devrin Din Mazlumları’’nı, bir yandan Nazım Hikmet’in ‘’Milli Kurtuluş Destanı’’nı, bir yandan Tarık Buğra’nın ‘’ Küçük Ağa’’ sını,bir yandan Yaşar Kemal’in ‘’İnce Memed’’ ini bir yandan Murat Sertoğlu’nun ‘’ Atçalı Kel Mehmet’’ini; bir yandan  Halide Edip’in ‘’ Sinekli Bakkal’’ ını, bir yandan Yakup Kadri’nin ‘’Yaban’’ını okuyorum. Ziya Gökalp’in ‘’Türkçülüğün Esaslarını, Çınaraltı Sohbetleri’’ni, Ömer Seyfetttin’in ‘’ Eski Kahramanlar’’ ını ve bunların yanısıra daha birçok Türk ve Dünya edebiyatının klasiklerini Nutuk, Tek Adam, Bekçi Murtaza, Kuyucaklı Yusuf, Huzur, Goriot Baba, Savaş ve Barış, Klimanjaronun Karları, İhtiyar Balıkçı, Sefiller, Ana okudum.

Bir yandan okurken bir yandan da içinde yaşadığımız sosyal çevrenin farklı inanç, düşünce, etkinlik faaliyetlerini de gözlüyor ve hatta bu faaliyetlere de katılıyordum.

Yanılmıyorsam bin dokuz yüz altmış dokuz veya yetmiş yılıydı. O yıllarda Akhisar’da Hilaliye Camii merkezli rehberliğini rahmetli Şahin Hoca’nın yaptığı ve daha çok Saidi Nursi’nin risalelerinin tanıtıldığı sohbetler gündemdeydi. Bu sohbetlere zaman zaman katılıyordum. Yine bir yatsı namazı sonrası camii odasındaki sohbetteydik. Odada oturulacak yerler olmasına rağmen katılımcıların hepsi diz çökmüş vaziyette yerde oturuyordu. Sohbet ilerledikçe benim dizlerim karıncalanmaya başladı. Ben de diz çökmekten vazgeçip bağdaş kurup oturmaya başlayınca sohbete katılanlardan ve Akhisar’da bir camide müezzinlik yapan biri :

  • İçimizde pantolonunun ütüsü bozulacak diye oturma adabına uymayanlar var, dedi.

Çevreme baktım, benden başka bağdaş kurup oturan yoktu. Oturma adabını bilmeyen bendim. Dedim ki:

  • Allah’a şükürler olsun suyu yaratmış. Kirlenenleri temizleyelim diye. İnsana akıl vermiş kullanalım diye. İnsan aklını kullanmış, bilgiye ulaşmış. Bilgisini kullanarak insanın yaşamını kolaylaştırıcı bir sürü araç gereç üretmiş. Örneğin ütüyü yapmış, kırışıklıklarımızı düzeltelim diye. Pantolonun kirlenirse Allah’ın yarattığı su ile yıkar temizlerim. İnsanın aklını kullanarak yaptığı ütü ile kırışıklıkları düzeltirim. Ama karıncalanan, uyuşan, ayağımın üzerinde otururken burada konuşulan sohbet konusunu iyi anlamam, deyip ayağa kalktım ve oradan ayrıldım, bir daha da böyle sohbetlere katılmadım.

Arayışım devam ediyordu. Yine o yıllarda Akhisar’da Tahtakale çevresindeki esnaf arastasındaki bir dükkanın dar bir merdivenle çıkılan ikinci katında ülkü ocakları cemiyetinin Akhisar şubesi bulunuyordu. Akhisar Lisesi’nden bazı arkadaşlarım oraya giderlerdi. Duvarlarında Alpaslan Türkeş’in ve pek çok bozkurt resminin ve Alpaslan Türkeş’in 9 ışık umdesinin bulunduğu Ülkü Ocaklarına ben de gitmeye başladım. Ülkücü arkadaşlarım etkinliklerinde bir çok sloganlar kullanırlardı. Bunlardan biri de “Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslümanız” sloganıydı. Ben 1974 yılında Bursa Eğitim Enstitüsü gece bölümünde sosyal bilgiler eğitimine başlamıştım. Sınıfımızın öğretmen kürsüsüne göre sağ tarafında ülkücüler sol tarafında ise sosyalist düşünceye sahip öğrenciler otururdu. Ben daha çok az sayıda arkadaşla orta sıralarda otururdum. Bursa Eğitim Enstitüsü ağırlıklı olarak ülkücü öğrencilerin yoğun olduğu bir okuldu. Burada “ülkücüyüm” diyenleri daha çok gözlemleme fırsatım oldu. Cuma günleri ben Cuma namazına giderken kendilerinin “Hira Dağı kadar Müslüman” olduklarını söyleyen pek çok güya ülkücünün cumaya bile gelmediklerini gördüm, yalan söylediklerini gördüm. “Öz menem öz menem onlar kabuk öz menem, sen yelde savrulan toz yüreklerde köz menem” diye marşlar söylerlerken söyledikleriyle yaptıklarının örtüşmediğine şahit oldum. Olmuyordu. Hamasetle hiçbir yere varılamazdı, uzaklaştım.

Bir yandan okuduğum kitapların (Fakir Baykurt, Mahmut Makal, Talip Apaydın’ın hikaye ve romanları) bir yandan gözlemlerimin bir yandan çektiğim maddi sıkıntıların etkisiyle bir yandan da “insanca ve hakça bir düzen” özlemi ile yavaş yavaş TÖB-DER Bursa şubesine gitmeye başladım. Buranın da duvarlarında kollarındaki zincirlerini koparmış sert bakışlı işçi, gür sakallı Marx , Lenin, Fidel Castro, Che Guevara resimleri, “Dünyanın bütün emekçileri birleşin” gibi yazılar asılıydı. Masaların üzerinde sol sosyalist komünist içerikli gazeteler dergiler vardı. TÖB-DER üyesi öğretmenler genelde burada toplanıp boş zamanlarını burada geçiriyorlar, okey tavla oynuyorlar, televizyon seyrediyorlardı. Tam zamanını hatırlamamakla birlikte zannediyorum 76 veya 77 yılında bir Türkiye- Sovyetler Birliği maçı vardı. Maç sırasında ben de TÖB-DER binasındaydım. Futbola pek ilgim olmadığından ve seyretmeyi de sevmediğimden dolayı maçtan ziyade maçı izleyenlere bakıyordum. Ne zaman Türk takımı Sovyet sahasına girse izleyenlerde bir sessizlik, bir durgunluk yaşanıyor, Sovyet takımı Türk sahasına girse bir heyecan bir coşku fırtınası esiyordu. Sanki izleyenler Türk taraftarları değil de Sovyet taraftarlarıymış gibi davranıyorlardı. Sanki Türkiye’nin değil de Sovyetler’in galip gelmesini istiyorlardı. Bu nasıl işti? Anlamıyordum. Ben burada da duramazdım. Ayrıldım.

Ama her birinin beğenmediğim, kabullenemediğim yanlarının yanı sıra aklımın ve vicdanımın kabullendiği, doğru, güzel, iyi yanları da vardı. Onların aklımca doğru olanlarını aldım, yanlış olanlarını attım. Güzel olanlarını aldım, çirkin olanlarını attım. İyi olanlarını aldım, kötü olanlarını attım. Ve kendime akıl süzgecimden geçirdiğim gönlümün yattığı vicdanımın rahatladığı bir yaşam biçimi oluşturmaya çalıştım. Bunda ne kadar başarılı olduğumun taktiri bana ait değil. Ama ben dinin, imana ait değil, ekonomik ve sosyal hayata dönük yönlerimin tartışılması ve yaşanılan dönemin koşulları doğrultusunda yeniden yorumlanması gerektiğine inanıyorum ki Hz. Muhammed döneminde de bu yapılmıştır. Milliyetçiliği kişinin yaptığı işi en iyi şekilde yapması olarak kabul ediyorum ki her zaman gerek iş gerek sosyal hayatımda buna uymaya çalıştım. Vatanperverliğin başkalarının topraklarında gözü olmadan kendi topraklarımız üzerinde yaşayan bütün vatandaşlarımızın koydukları emeklerle ülke kalkınmasına katılmaları olduğuna inanıyorum. Ve ben toplumculuğun da toplumun her bireyinin özel olduğuna ama her bireyin toplumun değer yargılarına ve genel kabul görmüş doğrularına saygı duymak olarak kabul ediyorum. Bireylerin toplumun değerlerine inat davranışlarda bulunmamasının kutuplaşmayı değil kaynaşmayı arttıracağına inanıyorum. Ne dersiniz?

Bu yazı toplam 827 defa okunmuştur.
Yazarın Diğer Yazıları
REKLAM ALANI
  • Amerikan Kültür Dil Kursu
  • Amerikan Kültür Dil Kursu
  • Kuzey Ege Kurs
  • Kuzey Ege Kurs
1/20
Başlangıç Tarihi
Başlangıç Tarihi
Tüm Hakları Saklıdır © 2003 Akhisar Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.