• BIST 10240.54
  • Altın 2395.066
  • Dolar 32.3403
  • Euro 34.7603
  • Manisa 21 °C
  • İzmir 21 °C
  • Kurbanlık büyükbaş hayvan satışları başladı
  • Hıdır Besi Çiftliğinde Kurbanlık Dana ve Düve Satışlarımız Başlamıştır
  • Has Evrenselde Yenileme Kursu
  • Ambar ve Sevkiyat Personeli  Aranıyor
  • Çalışma Arkadaşları Arıyoruz
  • Bayan Eleman Aranıyor
  • Akhisar Enza Home Sevkiyat Personeli Aranıyor
  • Halikarnass Restaurant’ta Cuma ve Cumartesi canlı müzik keyfi
  • Ön Muhasebe Personeli Aranıyor
  • Karabulut Şirketler Grubundan Duyurulur
  • Köfteci Ramiz İçin Denetim Elemanı Aranıyor
  • 5 Mayıs’ta Yenileme Eğitim Dönemi Başlıyor
  • Bay ve Bayan Beden İşçileri Aranıyor
  • İkinci el saç ve sandaviç panel bulunur

Kürekte 1 kişi, dümende 9!

Levent Sevgi

Kürekte 1 kişi, dümende 9!

 

Yıl 1999, Deniz Kuvvetleri için tasarladığımız UZUN UFUK projesindeki işimiz bitti. 1993’te rahmetli Prof. Dr. Nejat İnce başkanlığında başladığımız projenin sadece tasarımı yıllar sürdü. UZUN UFUK sık sık “it dalaşlarının” yaşandığı EGE Denizinde 7/24, gece/gündüz, her mevsim, her türlü hava koşullarında uçanı kaçanı (su-üstü ve hava hedeflerini) karargahta komutanın karşısındaki büyük ekrana verecek bir çok algılayıcılı tümleşik bir akıllı sistemdi. Radarlar, uydu görüntüleri, navigasyon bilgileri, haberleşme sistemleri, gözcüler, askeri/sivil her türlü uçak ve gemiden gelen bilgiler, vb., hepsi bir süzgeçten geçirilip kullanılacak ve anlık EGE resmi ekranda komutana sunulacak!

 

O sırada İTÜ’deyim; Dünyaca tanınmış bir yüksek teknoloji firması olan RAYHEON Kanada’dan 3 yıllık bir teklif aldım. Bunun üzerine RAYTHEON’un Bilimsel Araştırma Grubuna katıldım. Grupta 3 kişiyiz; direktör, 20 yıllık başmühendis ve ben. Yeni geliştirilen ve Atlas Okyanusunda denemeye alınan 2 radarlı bir sistem üzerinde çalıştık. Türkiye de Kanada da bu sistemi güvenlik için düşünüyor ama Kanada’nın güvenlik sorunu farklı. Atlas okyanusta petrol çıkarak platformları var; korkusu kuzeyden kopup gelen buzulların bu platformlara çarpıp zarar vermesi. Bu sistem bir erken uyarı görevi görecek! Üç yılda çözmeyi planladığımız sıkıntıları bir yıl gibi kısa bir sürede hallettik, çok güzel makaleler yayımladık ve ben daha sonra (2008 yılında) bu çalışmalarımla uluslararası IEEE Meslek örgütümüzden “Fellow” payesi aldım.

 

2000 yılının baharında (sanırım Nisan sonu) Gebze’de TUBİTAK-MAM, Marmara Araştırma Merkezinden bir davet aldım. Bilişim Teknolojileri Araştırma Enstitüsünde (BTAE) Elektronik Sistemler Bölüm Başkanı olarak önemli ama batık durumda 1-2 projeyi kurtarmam istendi. Kabul ettim ve 1 Haziran’da başlamak üzere anlaştık. En önemli proje bir Mayın Detektörü projesiydi. Özellikle güney-doğuda asker sivil gençlerin ellerini, kollarını kaybetmemesi için devlet yaklaşık 3 Milyon $ bütçe ayırmıştı. Projenin sahibi Milli Savunma Bakanlığı (MSB) ARGE dairesiydi; başında fizik doktoralı bir albay vardı. Hem elde hem araca monteli, değişik sensörlerin kullanıldığı entegre sistemler tasarlanması ve 2 prototip ortaya çıkarılması planlanmıştı. Projenin yüklenicisi TUBİTAK – MAM’dı. Bilgisayar simülasyonlarını ise alt yüklenici olarak Ankara’da bir Vakıf Üniversitesi 600 Bin $ karşılığında üstlenmişti. Şimdi rakamlar, süreler tam aklımda değil ama, sürenin de bütçenin de yaklaşık dörtte üçü bitmişti; ortada ne sistem ne prototipler vardı ama birileri birilerine ha bire primler verip bütçeyi çarçur etmişti.

 

Döndükten kısa bir süre sonra Ankara’da MSB-ARGE’de olağan, dönemsel toplantılardan biri vardı. Kalabalık (sanırım 8-10 kişi kadar) bir proje grubuyla MSB’ye gittik. Hem sürenin hem bütçenin dörtte üçünün boşa harcandığı bu batık proje toplantısında manzara şöyleydi: Geniş masada, ortada işin sahibi MSB adına Albay, sağında ana yüklenici TUBİTAK olarak biz, solunda bizim alt yüklenicimiz olan VAKIF Üniversitesi! Yani, ana yüklenici olarak benden hesap soracak bir konumda oturmak yerine Albay sanki MSB + TUBITAK + ÜNİVERSİTE projeyi üçlü ekip olarak yapıyormuş gibi oturmuş!

 

Arkadaşlar, nerede kalmıştık?” diye toplantıyı açan Albaya, ilk sözü alarak, “Albayım, bu çok önemli bir proje, bölgedeki askerimizin ve sivillerin yaşamları söz konusu, ben bu projeyi toparlamak için TUBİTAK-MAM’a davet edildim; ancak bu projenin neden batık olduğu hemen görülüyor” deyince salon “buz kesti”. Devamla “siz projenin sahibisiniz, benden yani TUBİTAK-MAM’dan hesap soracaksınız, ÜNİVERSİTE ise benim alt yüklenicim, o bana hesap verecek; bundan sonra ÜNİVERSİTE size değil bana rapor verecek” dedim, ardından projede gelinen (daha doğrusu gelinemeyen) durumu bütün çıplaklığıyla özetledim. Sonraki 2-3 saat “nasıl olur, ne demek bu!” tartışmalarıyla geçti, raporlar masada uçuştu ama ben sadece ve sadece sözleşmeye göre hareket ettiğimden sonunda “Levent Hocam haklısınız, öyle yaparız bundan böyle” dendi; ama biliyorum ki o toplantıda benim ismimin üzeri kırmızı kalemle çizildi.

 

Neyse uzatmayayım, sonrasında az da olsa bazı şeyleri yola koyabildim sanıyorum, projenin durumunu net biçimde raporladım; araca monteli çok sensörlü sistemin bu kalan sürede ve bütçeyle hayal olduğunu ortaya koydum, yapılabilirse elde iki sensörlü bir mayın detektörünün prototipinin yapılabilmesinin bu batık projede büyük bir başarı olacağını kaydettim. Bir yıl dolmadan beni kuruma davet eden Başkanın ayağını kaydırdıkları için daha fazla kalmanın anlamsız olacağını düşünerek ve kuruma artık katkım olamayacağı için ben de Ağustos 2000’de ayrıldım. Yıllarca ortaya bir ürün çıkmadığını biliyorum ama birbirlerine başarı ödülleri, plaketler verildiğini haberlerden okumuştum. Umarım sonu iyi bitmiştir.

 

Daha Kanada’dan dönmeden, bölümün başına geçeceğim ve projeyi ele alacağım bölümde duyurulmuştu. Sanıyorum projede, 4-5 alt grupta 30’un üstünde araştırıcı vardı. Hemen her grup liderinden epostalar gelmeye başladı “hocam projeyi üstleneceğinize çok sevindim, ben şu gurupta şu işi yapıyorum, şunu, şunu yapacak elemanlara ihtiyacım var” benzeri birçok istek aldım. Her birine “arkadaşlar, bekleyin döneyim; toplanırız, işin aslını ve ayrıntıları öğreneyim, gerekliyse eleman yönünden sıkıntı olmaz, kaç kişi gerekiyorsa alırız, merak etmeyin” diyordum.

 

Yurda döndüm; ertesi gün işe koyuldum. Sözleşmeleri inceledim, iş planlarına baktım, yükümlülükleri listeledim, yıllardır yapılanlara, yapılamayanlara baktım, kim ne iş yapmış ne yapmamış gördüm. Sonunda grubu 20 kişiye kadar düşürdüm, hala elimde “işe yaramayan” eleman kaldığını anımsıyorum. Yani, herkes “YOL GÖSTEREN” olma peşindeydi; “İŞ YAPAN” ise sadece 3-5 kişiydi. Bunların ikisi Azerbaycanlı yaşlı iki araştırıcıydı; Sovyetler dağılınca kuruma katılmışlardı. Primlerin ise aslan payı bu “yol gösterenlerce” paylaşılmıştı.

 

O gün bugün, Türkiye’nin temel sorunlarından biri “LİYAKAT” derken “Her İŞ YAPANIN başında 9 YOL GÖSTEREN!” deyişini kullanıyordum, ta ki “KÜREKTE 1 KİŞİ, DÜMENDE 9!” deyişini okuyana kadar. Artık bunu kullanıyorum, çok daha çarpıcı çünkü! Nedense, birkaç hafta önce sevgili dostum Prof. Dr. Cüneyt Güzeliş’in sosyal medyada paylaştığı bu nefis karikatür beni eskilere götürdü.

2021-02-22_10-23-42.png

Bu yazı toplam 1487 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 1
    Yazarın Diğer Yazıları
    REKLAM ALANI
    • Amerikan Kültür Dil Kursu
    • Amerikan Kültür Dil Kursu
    • Kuzey Ege Kurs
    • Kuzey Ege Kurs
    1/20
    Başlangıç Tarihi
    Başlangıç Tarihi
    Tüm Hakları Saklıdır © 2003 Akhisar Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.