• BIST 9749.61
  • Altın 2427.694
  • Dolar 32.5699
  • Euro 35.0032
  • Manisa 26 °C
  • İzmir 24 °C
  • Ön Muhasebe Personeli Aranıyor
  • Karabulut Şirketler Grubundan Duyurulur
  • Köfteci Ramiz İçin Denetim Elemanı Aranıyor
  • 5 Mayıs’ta Yenileme Eğitim Dönemi Başlıyor
  • Bay ve Bayan Beden İşçileri Aranıyor
  • Kurbanlık büyükbaş hayvan satışları başladı
  • Hıdır Besi Çiftliğinde Kurbanlık Dana ve Düve Satışlarımız Başlamıştır
  • Pusula Kurs İngilizce Hazırlık Kursu başlıyor
  • Muhasebe Personelleri Aranıyor
  • Çalışma Arkadaşları Arıyoruz
  • Anadolu Gençlik Derneği Siyer-i Nebi Yarışması
  • İkinci el saç ve sandaviç panel bulunur

Cep Telefonları, Baz İstasyonları ve Kaygılarımız - 1

Levent Sevgi

Cep Telefonları, Baz İstasyonları ve Kaygılarımız - 1

 

Elektromanyetik Uyumluluk cihaz – cihaz etkileşimidir.

Biyo-elektromanyetik cihaz – canlı etkileşimini inceler.

 

 

Havayolu şirketleri ABD’de 5G teknolojisine geçen havaalanlarına inişleri iptal ediyor!”

Geçen haftanın merak uyandıran haberlerinden birisiydi bu. Nedeni basit: 5G’nin kullandığı haberleşme frekanslarının (3.7 – 4.0 GHz) uçakların benzer frekansları kullanan hassas otomatik iniş/kalkış sistemlerini olumsuz etkileyebilmesi. Bu kaygıyla, ABD’de havaalanları civarında 5G sistemlerinin kurulumu birkaç kez ertelenmiş durumda.

 

Anımsarsınız, uçaklarda cep telefonu kullanımı birkaç yıl öncesine dek yasaktı. Hala iniş ve kalkışlarda cep telefonlarının kapatılması istenir. Bunun nedeni de aynı: Uçağın son derece hassas elektronik sistemlerinin olumsuz etkilenip tehlike yaratabilmesi. Biz mühendisler cihaz-cihaz etkileşimini inceleyen alana Elektromanyetik Uyumluluk, cihaz – canlılar etkileşimine ise Biyo-Elektromanyetik diyoruz.

 

Cep telefonlarının ve baz istasyonlarının olası olumsuz etkileri yaklaşık 25 yıldır tartışılmakta. Epey yazım var bu konuda, özellikle Cumhuriyet Gazetesi Bilim – Teknoloji Dergisinde; önemli olanlarını kişisel web sayfamda okuyabilirsiniz (http://leventsevgi.net/). 2017 yılında yaklaşık 20 dakikalık bir video bile hazırlamıştım, YouTube kanalımda var (https://youtu.be/y54mOtlHxNE).

 

Yeri geldi diyerek konuyu sizin için güncelledim; uzun olunca ikiye böldüm. Bu ilk yazıda tarihsel gelişim var; bir sonrakinde soru – cevap şeklinde sağlığımıza etkileri konusundaki kaygıları ele aldım.

 

Her şey 1996’larda başladı.

Henüz genç sayılacak bir öğretim üyesiyim; yeni doçent olmuşum.  İstanbul Teknik Üniversitesi’nde bir köşede küçük grubumla uzmanlık alanımda, elektromanyetikte, araştırma yapıyoruz. Elektromanyetik deyince akla öncelikle askeri sistemler, radarlar geliyor o zamanlar. Biz de savunma problemleriyle uğraşıyoruz. Çözüm bekleyen önemli ulusal problemlere ARGE temelli yaklaşıyoruz. Başımızda eski TUBİTAK Başkanı, yirmi yıla yakın NATO’nun ARGE merkezlerinde uluslararası ekiplerle büyük projeler yönetmiş, rahmetli, Prof. Dr. Nejat İnce var. Deniz Kuvvetleri için Ege’de uçanı/kaçanı gözetleyecek Uzun Ufuk Projesi üzerinde çalışıyoruz.

 

O günler cep telefonları kullanımının yaygınlaşmaya başladığı günler. İki operatör var ve hızla alt yapılarını oluşturmaya çalışıyorlar. Önceleri birkaç önemli il ve turistik sahil bölgeleri kapsama alanlarına alınmış. Her yerde olduğu gibi Türkiye’de de halk önce uzak durmuş bu teknolojiden. Ama bir iki yıl içinde her türlü beklentinin üzerinde abone sayıları hızla artmaya başlamış. Doğal olarak her semte, mahalleye baz istasyonları kurulmaya başlanmış. İnsanlar hem cep telefonu kullanmaya hem de karşılarında baz istasyonu anteni görünce “ne oluyoruz” demeye başlamış.

 

Temel Sorun “Aydınlanma”!

Cep telefonları, baz istasyonları ve sağlımız konusunda toplumsal kaygıların ayyuka çıkması ve adeta kaosa dönüşmesi 1998-1999 yıllarına denk geldi. Bir anda telefonlarımız çalmaya başladı. Valiliklerden ve diğer resmî kurumlardan, belediyelerden, meslek odalarından, endüstriden ve sıradan vatandaşlardan soru yağmuruna tutulduk. Teknik ve idari personelden sıradan yurttaşa kadar her kesimden gelen farklı içerikte sorulara bilgimiz ve nefesimiz yettiği oranda yardımcı olmaya çalıştık. Zamanla, tek tek kişiler ve sorulardan toplu açıklamalara, panellere, seminerlere dönüştü bu ilişki. Birçok yerden davet aldık, bilgilendirme istekleri içeren.  İlköğretimden üniversiteye okul okul, semt semt, kurum kurum dolaştık durduk. TÜBİTAK, Telekom Kurumu, Sağlık, Çevre gibi bakanlıklar ve tıp fakülteleri dahil değişik kesimlere bilgi verdik, kaygıları gidermeye çabaladık. İş büyüdü, gazetelere yazılar yazdık, röportajlar verdik, TV’lerde tartışma programlarına katıldık.  

 

Özenle seçilmiş sözcüklerle konuyu “bilgi temelli” tartışmayı hedefleyerek katıldığımız panellerde aynı konuşmamızı dinleyen farklı kişilerden o denli farklı tepkiler aldık ki, çok şaşırdık. Kimisi bilgi verdiğimiz için nazikçe teşekkür etti, kimisi bizi GSM firmalarının sözcülüğünü yapmakla suçladı/kınadı, kimisi GSM firmalarına karşı savaş açtığımızı söyledi/kutladı. Oysa, konuşma aynı konuşma, yazı aynı yazıydı. Anladık ki, kişinin bir “algılama penceresi” var. Sizin neyi, ne kadar verdiğiniz / anlattığınız önemli elbet, ama daha önemli bir şey var ki; o da karşınızdakinin neyi, ne kadar aldığı ya da almak istediği. İkisi de sorun. Almak istemeyeni bir yana bırakalım. Ama, büyük bir “almak isteyip de alamayan kitle” gördük; üstelik bir bölümü profesör unvanlıydı! İşte bu bizi, bilim ve teknolojinin toplumsal algılanması, bilimde okur/yazarlık, rakamlarla konuşmak, bilim ve etik benzeri konularda da çalışma yapmaya yöneltti. İşte biz böyle başladık.

 

Bu süreçte, gazeteye haber olmuş, TV programlarında yer almış ve bilimle, teknolojiyle, bilim okur/yazarlığıyla ilgili konulara, özellikle tersliklere gücümüz yettiğince ve zaman bulabildiğimiz ölçüde kulak kabarttık; ilgi gösterdik ve tepki vermeye çalıştık. Şarlatanlıklara, toplumun kafasını karıştırmak isteyenlere karşı durmaya çalıştık. Özellikle akademik toplumdaki şarlatanlar konusunda toplumu uyarmaya gayret ettik. Yeri geldi, depremi önceden haber verecek sistem geliştirdiğini iddia eden akademisyenlerle çatıştık; çünkü elektromanyetik dalgalar, yani bizim uzmanlığımız söz konusuydu. Zaman oldu, cep telefonlarının neden olduğu kaygılar nedeniyle yalan yanlış konuşan üniversite profesörleriyle kapıştık. Aslında bir nevi aydınlanma sorunu bu; hala sürüyor, kolay kolay da bitmez!

 

Bugün cep telefonu temel bir gereksinim!

Türkiye 1990’lı yılların ortalarında cep telefonlarıyla tanıştı ve birkaç yıl içerisinde kullanım baş döndürücü bir hızla artmaya başladı. Bugün, nüfusumuzdan fazla cep telefonu var; Dünya’da da böyle. İlk 3 nesilde konuşma, mesaj gönderme, fotoğraf çekme, müzik dinleme söz konusuyken dördüncü nesil (4G) ile birlikte adeta yaşantımızı düzenleyen temel bir araç haline geldi. Bugün, her türlü alış/verişi, fatura/vergi ödemeyi cep telefonlarıyla yapıyoruz. Gazeteleri / dergileri cepten okuyoruz, film seyrediyoruz. Sosyal medyanın gücü ortada, WhatsUp gruplarıyla eski okul / askerlik arkadaşlarımıza, uzak akrabalarımıza ulaşıyoruz. FaceBook ile sosyalleşiyoruz, fotoğraf / video paylaşıyoruz. Twitter ile sesimizi anında milyonlara duyurabiliyoruz. Netflix ve benzeri platformlarda 24 saat istediğimiz zaman, istediğimiz yerde film seyredebiliyoruz. Cep telefonu ile Dünya avucumuzun içinde artık!

 

GSM Sistemi!

GSM gezgin haberleşme sistemi. Sınırlı sayıda kanal ile aynı anda sınırlı sayıda aboneye hizmet verebildiğinden, milyonlarca GSM abonesine hizmet vermenin tek yolu kapsama alanını küçük hücrelere bölmek ve aynı frekansları tekrarlı olarak kullanmak. Bu nedenle hücresel sistem de denir. Baz istasyonu, bir GSM hücresinde abonelerle iletişimi sağlayan verici/alıcı sistem. Her hücrede bir baz istasyonu var; her abonede de bir cep telefonu. Cep telefonları hem alıcı hem verici. Baz istasyonları hem abonelerle hem de komşu hücre baz istasyonları ile sürekli iletişim halinde.

 

Birinci, ikinci, …, derken beşinci nesil (5G) geldi; altıncı nesil (6G) için ARGE ve standartların hazırlanması tüm hızıyla sürüyor. Mobil haberleşmede nesilden nesile geçmek demek aslında sistemlerin hızlanması demek. Verinin iletimi ne kadar hızlı olursa bir anda yapılabilecekler de o denli fazla oluyor. Örneğin, 4G bir önceki 3G nesilden kabaca 50 kat, 5G ise 4G’den 100 kat daha hızlı. Bu hızlar bile geleceğin sistemleri için yeterli olmayacak; bu nedenle 6G çalışmaları baş döndürücü bir hızla sürüyor. Sorun sadece Dünya nüfusunun (7 Milyar insanın) cep telefonu kullanması değil. Akıllı araçlar, akıllı marketler, akıllı binalar, akıllı beyaz eşyalar gibi sistemlerle birlikte bağlantı / haberleşme gereksinimi 25-30 Milyarı geçecek.

 

Sürücüsüz bir araç düşünün, sürüş ve yolcu güvenliği için her an hem uydularla hem yoldaki araçlarla haberleşmek zorunda, önünde / ardında / etrafında olup biteni gözetleyecek onlarca sensör (radar) verisini alıp / değerlendirip tehdit analizleri yapmak zorunda. Bir anda aracın önüne atlayacak bir çocuk, bir kedi için insanın tepki zamanından binlerce kat daha hızlı harekete geçmek zorunda. Bir yandan da konforlu yolculuk için yolcularına haberleşme / eğlence olanakları sunmak zorunda. Tüm bunlar için elbette son derece hızlı, daha da hızlı sistemler gerekli.

 

Yüzlerce işçinin / teknisyenin / mühendisin çalıştığı bir üretim tesisi / fabrika düşünün. Ulaşımı, Servisi, yemeği, iş/işçi güvenliği, doktoru / hemşiresi / reviri, ısıtma/soğutma/aydınlatma sistemleri, müdürü / muhasebesi / alım/satımı ile yönetici kadrosu, vardiyaları, daha neler neler… Hepsi yok oluyor. Karanlık fabrikalar geldi bile. Sadece robotların kullanıldığı bir fabrika düşünün, işçi derdi yok, aydınlatma/yemek/ısınma/ulaşım/sağlık derdi yok; sessiz / karanlık bir üretim tesisinde kesintisiz üretim. Tüm bunlar 6G ile baş döndürücü biçimde artacak.  

 

Yine, 6G gibi sistemlerle kimlik / ehliyet / pasaport taşımak gerekmeyecek. Hava alanlarında / gümrüklerde pasaport sorulmayacak; siz daha uçaktan inip alanda yürürken göz taraması ile bütün kimlik / vize bilgileriniz anında karşınızdaki robotlara yüklenecek ve kapı açılacak, ülkeye giriş yapacaksınız. Giyilebilir sistemlerle nabzınız, kan şekeriniz, tansiyonunuz 24 saat kesintisiz izlenebilecek / kontrol edilebilecek. Buz dolabınız marketinizle haberleşip sipariş verebilecek. Özetle, yepyeni bir yaşam biçimine geçeceksiniz.

 

Elbette tüm bunlar, değişik kaygıları da beraberinde getirmekte, daha da getirecek. Robotlar işimizi elimizden alır mı, bizi ele geçirir mi, oramıza / buramıza çip takılır mı gibi, kimi ciddî kimi komik, kaygılar konumuz değil. Konumuz, yaklaşık 25 yıldır süren elektromanyetik sinyaller / dalgalar ve insan sağlığı kaygıları. Bu da gelecek yazımızın konusu.

2022-01-28_17-06-11.png2022-01-28_17-06-19.png2022-01-28_17-06-27.png2022-01-28_17-06-39.png2022-01-28_17-06-48.png2022-01-28_17-06-57.png

Bu yazı toplam 1361 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 2
    Yazarın Diğer Yazıları
    REKLAM ALANI
    • Amerikan Kültür Dil Kursu
    • Amerikan Kültür Dil Kursu
    • Kuzey Ege Kurs
    • Kuzey Ege Kurs
    1/20
    Başlangıç Tarihi
    Başlangıç Tarihi
    Tüm Hakları Saklıdır © 2003 Akhisar Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.