BİZ NASIL BİR TOPLUMUZ
Yıllar önceydi. Belki 2004, belki de 2005 yılı Temmuz ayında, üç aile iki araba ile yaklaşık 10-12 gün sürecek bir gezi düzenlemiştik. Ankara, Amasya üzerinden Samsun’a vardık. Oradan da Doğu Karadeniz sahili boyunca Ordu, Giresun, Trabzon ve Rize’den sonra Sarp sınır kapısına kadar Allah’ın insanların hizmetine sunduğu bütün doğal güzellikleri seyrettik. Hopa’dan Artvin’e çıktık. Artvin’den binbir renkli çiçeklerin süslediği Ardahan Platosu’ndan geçip Ardahan’a, sonra da Kars’a ulaştık. Ani başta olmak üzere çevrenin bütün doğal ve beşeri güzelliklerine hayran kaldık. Ağrı Dağı’nın etekleri boyunca Iğdır ve Doğu Bayezıd’daki İshak Paşa Sarayı’nı gezdikten sonra Erzurum’a geldik. Erzurum’da bir gün kalıp şehri gezdikten sonra Erzincan’a gidecek, oralı olan arkadaşımız Timur Bektaş’ın köyünü ve ailesini ziyaret edecektik. Eli boş gitmemek için, eşimle birlikte Erzurum’un Çifte Minare Camii çevresinde bir pastahaneye girdik. Büyükçe bir pastahaneydi. Selam verdik. Hayırlı işler diledik. İçeride bulunan, çalışan mı, mal sahibi mi olduğunu bilmediğimiz, gençten ama sakallı olan biri ‘’hoş geldiniz’’ deyip, siparişimizi aldı. Bir yandan siparişimizi hazırlarken bir yandan da: -Buraların yabancısına benzersiniz. Nereden gelip nereye gidersiniz ? diye sordu. Biz de: Manisa Akhisar’lıyız. Gezmek için geldik. Buradan da Erzincan’a geçeceğiz; deyince, genç, sanki yüzümüze biraz da küçümseyerek daha bir dikkatli bakıp: -Demek ahlakın sıfırlandığı yerlerden geliyorsunuz, dedi. Başımdan vurulmuşa dönmüştüm. Bu ne demekti? Hiç tanımadığı birilerine ve onların memleketine nasıl böyle bir ithamda bulunabilirdi? Sinirli bir biçimde: -Siz ne demek istiyorsunuz? Nasıl böyle bir şey söyleyebilirsiniz? Dediğimde, -Siz oralarda kadınlı-erkekli denize girmez misiniz? Diye sordu. –Gireriz, dedim.
_ O zaman,daha nediyeyim, deyince dayanamadım:
-Allah,bu dünyanın bütün güzelliklerini, bütün nimetlerini “eşref-i mahlukat” olan insanın yararlanması için yaratmadı mı? diye sordum.
-Yarattı, dedi.
-Öyleyse, dedim. Bu nimetlerden biri olan denizden yararlanmak niye ahlaksızlık oluyor?
-Ama, dedi.
-Lütfen, dedim.
Sipariş paketimiz hazırlanmıştı. Paketi alıp almamakta çok tereddüt ettim. Kafamın içinde bir sürü gel-gitler oldu. Adeta dükkânın içi kararmış içerisi buz kesmişti. Bir an evvel buradan çıkmak istedim. Parayı ödeyip paketi aldım. Kaçarcasına dışarı çıktık. Allah’ın güneşi, insanın kararttığı dünyamı aydınlatmış, soğuttuğu içimi ısıtmıştı. Şükretmiştim Allah’a, verdiği nimetler için; beden, akıl ve ruh sağlığım için; “düşünmez misiniz”, “akletmiz misiniz” uyarıları için, zifiri karanlık düşüncelerin kölesi olmadığım için.
Hep düşünmüşümdür: Bu tür yargılamalar bir günah-sevap değerlendirmesi midir, yoksa bir ahlaki sorun mudur? Günah- sevap, daha çok bir bireysel yaklaşım iken, ahlak toplumsal bir yaklaşımdır. Yapılan bir davranışın veya söylenen bir sözün doğurduğu sonuç eğer sadece kişiyi ilgilendiriyorsa ve eğer o davranış ve söz iyiyse, güzelse, doğruysa sevaptır; kötüyse, çirkinse, yanlışsa günahtır. Kişi eğer sevap işliyorsa ödülünü (cennet) alacak; günah işliyorsa cezasını (cehennem) çekecektir. Ahlaki davranış ve ahlaksızlık ise doğurduğu sonuçlar itibari ile bir toplumsal olgudur. Kişi doğru söylüyor ve söylediği gibi davranıyorsa ahlaklıdır. Doğru söylüyor ama söylediği gibi davranmıyorsa ahlaksızdır. Ahlaklı insanların çoğunlukta bulunduğu toplumlar bireysel çıkarların değil, toplumsal çıkarların ön plana çıktığı; saygı duyulan; güven duyulan; adaletin hüküm sürdüğü; liyakatın değer kazandığı toplumlar iken; ahlaksız insanların çoğunlukta bulunduğu toplumlar ise bireysel çıkarın ön plana çıktığı; adaletin olmadığı; “at izinin it izine karıştığı”; liyakatın uygulanmadığı; saygı duyulmayan; güven duyulmayan; kokuşmuş ilişkilerin ağır bastığı toplumlardır. Saygı ve güven duyulmayan toplumların kalkınması mümkün değildir.
Hacı Bektaş-ı Veli diyor ki: Hararet nardadır, sacda değildir.
Maharet baştadır, tacda değildir.
Her ne arar isen kendinde ara,
Kudüs’te, Mekke’de, hacda değildir.
Biz nasıl bir toplumuz?
Son İzmir depreminden sonra, bir sosyal medya kullanıcısı “ Din yok, iman yok, namaz yok. Bu felaketi biraz da kendileri istemiş gibi oldu. Türkler sağolsun, Müslümanlar sağolsun, öbürlerine ne olursa olsun farketmez” diye yazıyor.
Biz nasıl bir toplumuz?
Bizde 450500 mütahit var. Binalarımız yıkılıyor. Almanya da 3500, bütün Avrupa’da 25.000 mütahit var binaları yıkılmıyor.
Biz nasıl bir toplumuz?
Son 10 yılda dünya genelinde büyüklüğü 6 üzerinde olan başta Japonya, Meksika, Yunanistan, Yeni Zelanda olmak üzere onlarca deprem gerçekleşmiş ve toplam 168 kişi hayatını kaybetmiş. Bu sayının 155’i Türkiye’de 13’ü diğer dünya ülkelerinde. Düşünmeyecek miyiz, sorgulamayacak mıyız? Allah depremlerle sadece bizim ülkemizin insanlarını mı cezalandırıyor?
Biz nasıl bir toplumuz?